1853’ te dünyaya gelen Van Gogh aslında doğduğu andan itibaren yaşamının ana kaynağı olan keder içinde gözlerini açtı. Bunun nedeni ise ölen abisinin adını almasıydı. Hayata 1-0 geride başlayan Van Gogh bütün hayatı boyunca ailesinin yüz karası olma korkusu ile yaşaması nedeniyle kendisine baskı yapmış daha başından beri ufak ufak psikolojik bunalımlar yaşamaya başlamıştı. Sanat eğitimine başladığı andan itibaren kendini keşfetmeye yönelik çalışmalar yapıyor ve sürekli üretiyordu. Vincent dünyayı çok farklı gördüğünden gördüklerini başkalarına da yansıtmak istiyordu. Bu yüzden sanatında cisimler şekil değiştirdi. Perspektif oyunları ile resimlerine derinlik verdi. Van Gogh’ un tekniğini ve boya kullanma tarzını geliştirmesini sağlayan Hollanda’nın simgesi olan değirmenler olmuştur. Yaptığı yolculuklarda parası olmadığı için toplumun alt kesimlerinden insanları çizmesi ve ortamlarını sürekli gözlemlemesi, yaşaması toplumcu bir ressam olduğunu bizlere kanıtlamıştır. Örneğin “Patates Yiyenler” tablosu bunu yansıtan en iyi resmidir ve ilk başyapıtı sayılır. Empresyonist ressamlarla da sık sık vakit geçiren Vincent, bir süre sonra kendisinin de dışına çıkarak art-izlenimcilik akımının başını çekmiştir.
1888 yılında
Arles’a taşınmasının ardından burada yaşadığı 15 ay boyunca sanat hayatının en
verimli dönemi olmasına karşın psikolojisinin de giderek bozulduğu süreçti. Bu
süreçten sonra akıl hastanesine yeniden yatmasıyla yeni bir döneme başlamış
oldu. En büyük yapıtları bu dönemde yaparak günümüz popüler kültüründe ikon
haline gelmiş eserleri ortaya çıkmış oldu. Van Gogh, yaşamı boyunca ağır
yalnızlık ve keder içinde yaşadığı için ikili ilişkilerinde de iyi değildi.
Resim yaparak kendi duyguları ile başa çıkmaya, yansıtmaya çalışıyordu. Bu
yüzden tuvallerinde şiddetten yaşam coşkusuna kadar her türlü duyguyu
hissetmemiz mümkündür. Hayatı boyunca toplum dışından hep dışlandığı için
yaşadığı dönemde kabul görmedi ve değeri sonradan anlaşılacaktı. Resim hayatı
boyunca satılan tek resmi “ Kırmızı Üzüm Bağı” resmidir. Hayatında hiç iyi
dönemler geçirmeyen Vincent sürekli kardeşi Theo’ ya mektup yazıyordu. Bu
mektuplar onun duygularını, çalışmalarını en iyi yansıttığı ve yalnızlığını
biraz bile olsa dindirebildiği tek limandı. Günümüzde bu mektuplar ressamın
günlüğü özelliğini taşır. Artık daha fazla dayanamayan Vincent hayatına son
verdi fakat yeni çıkan bulgularla cinayet olabileceği ortaya çıktı. Artık ölümü
intihar mı yoksa cinayet mi bilinmeyen Van Gogh’ un tek bildiğimiz şey ölümünden sonra kendisinin ne kadar değerli bir ressam olduğu anlaşıldı ve
hayatı boyunca çektiği sonsuz kederin biraz bile olsa son bulmasıydı.
Keder ve yalnızlık içinde büyüyen birinin sanat sayesinde ayakta kalması bizim için sanatın yol gösterici olması ve herkes için bir çıkış yolu olabileceğinin göstergesidir.
Son olarak bu yazıyı destekleyen film önerimiz
2018 çıkışlı Julian Schnabel’ in yönetmenliğini yaptığı “ At
Eternity’s Gate (Van Gogh: Sonsuzluğun Kapısında)” filmini tavsiye ediyoruz.
Pınar K.
Yorumlar
Yorum Gönder